Bizi takip et

Haberler

İZDENİZ’in Mavi Kıta’sı

Yayınlanma zamanı:

Artık İzmir’in bir deniz gazetesi var. Tabloid boy, üç ayda bir iskele ve vapurlarda İzmirlilerle buluşan; tamamen İZDENİZ bünyesinde hazırlanan, deniz kokan bir gazete.

Gazetenin adı, “Mavi Kıta”. Denizi çağrıştıran bir adla yayın hayatına “merhaba” diyen ilk sayı “Ocak-Şubat-Mart”, 2021 başında yayınlandı. İkinci sayı “Nisan-Mayıs-Haziran” geldi arkasından.

Mavi Kıta’nın sahibi şirketi temsilen genel müdür Ümit Yılmaz. Genel yayın danışmanı ise aynı zamanda İZDENİZ A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi olan ve geçmişinde gazetecilik-editörlük olan M. Ayhan Kara. Şirketin basın-halkla ilişkiler müdiresi Gözde Ulman ve ekibi de (Mert Dikmen-Aleyna Ardıç) derginin hazırlık ve dağıtım aksiyonu tarafında.

Mavi Kıta’nın başyazılarını İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer kaleme alıyor. İZDENİZ A.Ş. YK Başkanı O. Hakan Erşen, M. Ayhan Kara, İzmir Marina Danışmanı E. Dz. Alb. Mehmet Tunç, ünlü deniz ürünleri gurusu ve yazarı Süreyya Üzmez ve denizcilik alanında uzmanlaşan gazeteci-yazar Gökhan Karakaş Mavi Kıta’daki köşelerinde okurları birbirinden ilginç konularla buluşturuyor. Ayrıca her sayıda bir konuk yazarın köşe yazısı ve ünlü karikatürist Raşit Yakalı’nın karikatürleri de gazetede yer alıyor.

Mavi Kıta’nın her sayısında kapakta ve göbekte etraflıca işlenen bir “dosya konusu” yer alıyor. İlk sayının dosya konusu, seferlerine başlayan Uğur Mumcu Araba Vapuruydu. İkinci sayının dosya konusu ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin TSKGV’dan kiraladığı, İZDENİZ A.Ş.’nin çalıştırdığı “İzmir Marina”.

Ağırlıklı olarak bütün yönleriyle İZDENİZ’i, Körfez’i, İzmir-deniz ilişkisini dünden bugüne tarihiyle konu alan haber ve yazıların yanında gazetede özgün röportajlar da yer alıyor. Kültür ve sanattan spora kadar geniş bir yelpazeye yer açan Mavi Kıta’nın son sayısında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Soyer’in “İlk İki Yıl İzmir Marina ile Taçlandı” başlıklı başyazısı ile dosya konusunun yanında METRO A.Ş. Genel Müdürü Sönmez Alev ile yapılan röportaj; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, İzmir Körfezinde İlk İmtiyaz, Dario Moreno 100 Yaşında ve Başkanları Buluşturan Su Zirvesi başlıkları öne çıkıyor.

Mavi Kıta, sadece iskele ve vapurlarda değil, tramvayda, metroda ve pek çok yerde karşınıza çıkabilir. Rastlarsanız katlayıp çantanıza koyun, evinize, işyerinize götürün. Sıkılmadan okuyacak, beğeneceksiniz.

Yorum yapmak için tıkla

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Gelecek

Sinemaya Sahip Çıkan İzmirli: Henri Langlois

Yayınlanma tarihi:

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılmasının üstünden henüz iki hafta geçmiş, ülke toplumsal bir kaosa bürünmüştü. Halk endişe içinde gelecek haberleri beklerken, kış tüm ıssızlığıyla İzmir’i sarmış, sokaklar git gide yalnızlaşmıştı. İşte böyle bir ortamda, 13 Kasım 1914’te, henüz sinema tarihine bırakacağı izden habersiz gözlerini açmıştı dünyaya Henri Langlois. Bu küçük çocuğun, tutkusunun peşinden koşmayı asla bırakmayarak bir ikona dönüşeceğini kim bilebilirdi ki?

Küçük yaşta ailesiyle birlikte Fransa’ya göç eden Langlois, pek parlak geçmeyen öğrencilik yıllarının ardından tüm odağını, hayatı boyunca birlikte nefes alacağı sinemaya verdi. Özel fonlarla oluşturmaya başladığı film arşivi, yıllar geçtikçe büyüyecek ve Fransa devletinin finanse ettiği dev bir hazine halini alacaktı.

Bu hazinenin ilk somut adımı 1936 yılında atıldı. Henüz elinde on adet film varken, Jean Mitry ve Georges Franju ile birleşerek Cinémathèque Française’i yani Fransız Sinemateki’ni kuran Langlois, kısa süre içinde Avrupa ve Amerika’ya ait 50 bin filmi gerek restore ederek, gerekse yok edilme tehlikesinden koruyarak arşivine kazandırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalindeki Paris’te bulunan Langlois, Chaplin’in Nazi eleştirisi olan The Great Dictator filmini korumayı başararak bugün unutulmaz diye bahsedebilmemizi sağladı.

Langlois, Fransız gençlerine sinemayı sevdiren insan olarak kabul ediliyor, kitlelerin ona olan desteği günden güne daha da büyüyordu. Bu büyüme 1968’de, Fransa Kültür Bakanı Andre Malraux’ı iyice rahatsız etmeye başladı. Malraux, Langlois’ya ayrılan fonu keserek “küstahlığı ve çok sıkı kuralları” nedeniyle kovmak istedi. Bu durum belki de sinemanın en büyük başkaldırışına sebep oldu. Kültür bakanına tepkiler çığ gibi büyüyor, Hitchcock, Kurosawa, Fellini gibi büyük yönetmenlerden destek telgrafları geliyordu. Hatta bu ayaklanma dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olan Cannes Film Festivali’nin bile durdurulmasına sebebiyet verdi. En sonunda Malraux baskılara dayanamadı ve Langlois’e görevini iade etti.

Henri Langlois’nın Fransız Sinemateki’ni nasıl gördüğünü şu sözlerinden anlayabiliriz,

“Sinematek bir bakıma Louvre ile Modern Sanatlar Müzesi karışımıdır.”

Bugün bildiğimiz çoğu filmi onun sayesinde izliyor olsak da, Langlois bu yönüyle yalnızca bir film arşivcisi olmadığını açıklıyor. O, sinemaya dair her şeyi seviyordu. Kameralardan kostümlere kullanılmış ve manevi bir değeri olan parçalardan oluşan bir koleksiyonun sahibiydi aynı zamanda.

Kanada’da Montreal Üniversitesi’nde Sinema Tarihi dersleri de veren Langlois’nın, 1965 yılında açılan ve tek yabancı şeref üyesi olduğu Türk Sinemateki’nin kurulmasında da emeği büyük.

Rivayete göre sinemanın her daim özgür bir alan olarak kalmasını savunan Langlois’nın Türkiye’ye dönmeyi reddetmesinin arkasında yatan en büyük sebep Yılmaz Güney’in o dönem hapiste olması. Ne kadar doğrudur bilinmez ama Langlois’nın beyazperde tutkusunu düşündüğümüzde gayet geçerli bir sebep gibi görünüyor.

1974 yılında, Sinematek’te yaşamı boyunca yaptığı çalışmalar nedeniyle Akademi tarafından Onur Ödülü’ne layık görülen Henri Langlois’yı biraz daha yakından tanımak isterseniz Jacques Richard’ın hazırladığı Henri Langlois: Phantom of the Cinematheque (2004) belgeselini izleyebilirsiniz.

Eylül ayında İzmir’de ilki düzenlenen Akdeniz Sinema Günleri ise bu büyük sinema insanına saygısını her yıl onun adına vereceği ödülle sundu. Bu sayede Henri Langlois, doğduğu şehir olan İzmir’de yaşamaya devam edecek.

Sinemanın büyük koruyucusu Henri Langlois’ya saygılarımızla…

Okumaya devam et

Genel

FUAR DEYİP GEÇME, ORADA BİR KALP ATIYOR!

Yayınlanma tarihi:

http://www.izmirhalleri.com/wp-content/uploads/2021/09/23009518-0BE8-4C74-AC5F-D87A54AFA34D.jpeg

Koskoca bir alan… Ortalık toz toprak… Yanmış, yıkılmış evlerin molozları… Yol, sokak kalmamış artık. Bir zamanlar bu mezbelede insanların yaşadığına da inanmak zor. Rüzgâresince dile geliyor sanki molozlar… 

Öyle bir mezbele ki; nasıl kaldırılır, sonra ne yapılır kimse tahmin de edemiyor. Bazı işten anlayanlar da “Ooo yıllar sürer buraları düzeltmek!” diyor. Ama atlanan bir ayrıntı var… Bu alan sıradan bir alan değil, o yıkıntılar dünyanın her yerinde görülebilecek yıkıntılar değil. Ve bu alanın “sahipleri” de öyle sıradan insanlar hiç değil.

Burası İzmir… 

Emperyalizmin işgalinden, eşi benzeri görülmedik bir millet seferberliğiyle kazanılan zaferin bedelini ödeyen şehir İzmir. 

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül akşamı Belkahve’den kente bakarken iç geçirip “Bu kente kötü bir şey olsun istemem.” demişti. Ama oldu… Sömürgeci emperyalizm, İzmir’i terk ederken, şehir adeta “kim vurduya” gitmiş ve önemli bir kısmı yanmış, kül olmuştu. Tek teselli vardı muzaffer İzmir’de, o da Kadifekale’den Sarıkışla’ya, Hükümet Konağı’ndan Pasaport’a gönderlerde dalgalanan ay yıldızlı al bayrak!

Peki, ödenen bedel olan yakılan yer ne olacaktı?

Muzaffer Başkomutan ne demişti ilk İktisat Kongresi’nde?  “Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz, az zamanda söner.”

Bu sözler İzmir’de “emir” telakki edildi. Zamanın Belediye Başkanı Behçet Uz düşündü, sordu soruşturdu, araştırdı ve kararını verdi. Gerekirse yine bedel ödenecek ama bu alan mezbelelik kalmayacaktı. Öyle bir alan tertip edilecekti ki, hem okul hem ticarethane hem sanat merkezi hem doğanın aynası hem de ulusal devrimin dünyaya açılan penceresi olacaktı. 

Oldu da…

Hem de öyle bir oldu ki… Dünyanın birbirine girdiği yıllarda bile İzmir Fuarı düşmanları yanyana getirdi. 

İzmir Fuarı çok kısa sürede ününü İzmir’den Ege’ye, Türkiye’den dünyaya taşıdı. Bir yaşam biçimi haline geldi. İzmir Fuar ile, Fuar İzmir’le anılır oldu. O kibirli dünya devleri sıraya girdi peş peşe. “Ben buzdolabı getiriyorum, ben televizyon getiriyorum, son model otomobil bende, kuluçka makinemi dünya tanımalı, ey ahali bakın jeneratör de benden.” yarışları başladı.

Sanatçılar için de önemliydi, çok önemliydi Fuar. Zeki Müren en şaşırtıcı kostümlerini Fuar için diktirirdi, Müzeyyen Senar,Fuar heyecanını aylar önce duymaya başlardı. 

İzmirliler, Manisalılar, Aydınlılar, Denizlililer Fuar yaklaşınca “kenara para” koyarlardı, yeni elbiseler alırlardı. Saat planları yaparlardı aralarında “Saat 3’te gireriz, hayvanat bahçesine mutlaka gideriz, sonra Palmiyeler’de iki kadehle yarım kızarmış tavuk yeriz ve gazinoya geçeriz.” 

Gazinolar dolar taşardı. Piyale önünde kuyruk olurdu upuzun. Mesele de bildiğiniz “spagetti.” Büyükler “makarna-bira” küçüklerse “makarna-Cincibir” sefası ederlerdi. 

Lunapark da özeldi… Her yıl “yeni oyuncaklar” gelir, önce binilmeye korkulur sonra da inilmezdi. Çocuklar “Ona da bineceğim, buna da bineceğim!” yaygarasıyla annelerinin eteklerini çekiştirirlerdi. Korku tüneli ilk yapıldığında “Aman diyeyim çok korkunç, şeytanın mızrağı bana çarptı!” kelamlarıyla teşvik vardı. 

Dedim ya İzmir’in Fuarı “özeldi…” “Amerikancı” vatandaşlar ABD pavyonuna giderken göz ucuyla SSCB pavyonuna bakarlardı “tanıdık komünist” görmek için. SSCB pavyonuna girenler çok ciddi yüz ifadeleriyle, ABD pavyonuna girenler de gülüşlerle karşılaşırdı. Her yıl İngiltere pavyonuna “kraliçe” gelecek diye beklenirdi.  

Yaşamdı Fuar… Öğretmendi… Kazandırandı Fuar… Barıştırandı… Buluşturandı Fuar… Doyurandı… Yüceltendi Fuar…

Fuar’ın ne anlama geldiği, çimlerin üzerindeki taşlara yıllar yıllar önce kazınan satırlarda gizlidir.

İzmir de, Türkiye de fuarın değerini, verilen İstiklal Savaşı’nınzorluklarından çıkardı. Bizim fuarımız asla başka ülkelerin “yeşil parklarıyla” kıyaslanamaz. Bunu yapanlar bilin ki, fuarımızın bulunduğu alanın hep mezbelelik kalmasını isteyen emperyalistlerin kuklasıdır. 

Daha nice yıllara Mustafa Kemal kokulu Fuarım! 

Fuar’da atan kalp, Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet’in kalbidir!

Okumaya devam et

Genel

Yaşayan Bir Proje: Olivelo Ekolojik Yaşam Parkı

Yayınlanma tarihi:

İzmir yaklaşık 4.5 milyonluk bir şehir. Bir metropol. Üzerinde yaşayan tüm sakinleriyle bir tabiat şehri. Bir metropolün sunduğu imkanlara sahip olarak doğayla iç içe yaşamak isteyenlerin yurdu. Tempo değil ahenk var ruhunda. Hırs değil uyum. Ve özgürlük var havasında, denizinde, doğasında. Ege’nin eşsiz zeytin ağaçlarıyla taçlanmış bir özgürlük. Doğaya çevrilen pedallarla her hücrede hissedilen türden.

Olivelo – İzmir Kent Çeperinde Ekolojik Ortak Yaşam Alanı da bu hissin bir parçası. Proje, kadim üretim havzalarını koruyan, ortak yaşam odaklı, doğadan öğrenmeyi benimseyen, yerel hafızanın aktarımını önemseyen bütüncül bir bakışın ürünü. “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” statüsünde bulunan bir alanda hayata geçecek olan Olivelo, kentsel dokunun doğayla sınır olmadan bağlanmasını amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda ekolojik dengeyi korumayı birinci öncelik yapan projede, kadim zeytin ağaçlarına kentin selamını getirerek pedallanabilecek.

Kırsal alanın, kent ile bütünlüklü bir ekolojik ağ oluşturmasını sağlamak istediklerini belirten İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, proje hakkında uluslararası hedeflerini ve koruma kapsamını şu sözlerle ifade etti:

“Bu proje sayesinde bir yandan şehrimizin Akdeniz havzasındaki en önemli kimliklerinden birini oluşturan zeytin üretim alanlarında güçlü bir koruma sağlarken, öte yandan bu alanın Avrupa Bisikletli Turizm Ağı, EuroVelo ile entegre edilmesini mümkün kılacağız. İzmir Büyükşehir Belediyesi; dağları, nehirleri, ovaları, deltaları, kadim üretim havzaları gibi milyarlarca canlının ahenk içindeki yaşam alanlarını savunma ve koruma mücadelesini, kendimizle beraber tüm varlıklar için önemli bir görev olarak addediyor.”

Başkan Soyer’in sözünü verdiği “35 Yaşayan Park”tan biri olan Olivelo Ekolojik Yaşam Parkı, Cittaslow metropol sürecinde İzmir’deki karbon salımını azaltmak ve doğa dostu ulaşım araçlarına teşvik etmek için de önemli bir rol oynuyor.

Yerel halkı ve toprağı tanıyarak bölgenin ruhunu kavramak, Olivelo projesinin yaşayan önceliklerinden. Projenin ağırlık merkezi de tam olarak bu anlayışta. Bölgeyi kendi haline bırakarak müdahale etmek ve bir şeylerin sıradan olmasını göze alarak ilerlemek… Çünkü doğaya yapılan her bir somut etki iz bırakır. Ve biz doğayı olduğu gibi, kendi halinde seviyoruz. Ekolojik denge sağlanırken tabiatı anlamak bu noktada büyük önem taşıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi de bu bilinçle kent ve kırsal kesimi doğada birleştirmeyi, merkez ile çeper arasındaki kalın çizgileri inceltmeyi amaçlıyor.

Olivelo Ekolojik Yaşam Parkı, kapsamı ve amaçlarıyla tam bir İzmir projesi. İçinde doğayı, sevgiyi, özgürlüğü, üretimi, huzuru barındıran; 57 hektarlık saydam bir geçiş noktası.

Nedeni ise çok basit. Çünkü İzmir böyle bir şehir.

Okumaya devam et

POPÜLER